Ana içeriğe atla

Sıçrayış

    Zamanın başlangıcında evren bomboştu sanıyorsunuz lakin öyle bir şey yok, zamanın bir başlangıcı hiç olmadı. Dünya, başlangıcı olmayan zamanın aynı zamanda olmayan ortasında doğmuş bir kaya parçası. Üstünde yaşamaya ne zaman başladık o halde? İlk evrim ne zaman gerçekleşti? Bu hale ne zaman geldik? Bu soruları hala anlamsız buluyorum.

    Gözlerimi dünyanın doğuşuna açmış gibi bir his ile uyandım, birbirinin aynı günlerden birinde. Bir insan ancak bu kadar yeniden doğmuş hissedebilir bence. Evren, dünya, insanlar hepsi benimle birlikte yaşama gözlerini açmış, doğmuşlardı resmen. Her zaman ki gibi bu histe süratle geldiği gibi hoşça gitti. İşe gitmek için hazırlanmam gerekiyor. Yukarda, tepemizde dikilen güneşin bile maaşlı işi olmasa onu orada bulamazdık bence. Erken saatte ofisine geliyor ve başımızda dikiliyor, ne ala iş! Benim bir ofisim bile yok. Yüzüne bakmayacağım, beş kuruş harcayıp evime almayacağım bir takım alet edevatları öve öve bitiremeyip elden çıkarmaya, insanlara kakalamaya çalışıyorum. Herkes gibi ben de işimden nefret ediyorum. Herkes diyecek kadar cesur olmam daha önce işini seven kimseyi görme şerefine erememiş olmamdandır. Mesela kız arkadaşım Sevda, tahmin edileceği üzere işinden illallah etmiş, nefret ediyor. Sabah demeye bin şahit bir saatte kalkıp on adım mesafelik, sıcak, güzel ve atıştırmalık yiyecek, içecek dolu ofisine gidiyor ancak hanımefendi sevmiyor. Benim olacak böyle iş, kurban keserim! Hazırlanmak pek fazla zamanımı almaz, zaten çok fazla seçeceğe sahip bir gardırobum yok. İlk kapıyı açacak insanı çok merak ediyorum. Umarım sinirli olmaz, sinirli müşteri adayları sadece reddetmek ile kalmayabiliyorlar. Küfür edenler ve daha kötü tartaklamaya çalışanlar gırla! Gıdıklar gibi çaldığım kapıdan enfes bir hanımefendi çıktı, sabah sabah hoş bir sürpriz. Flört girişiminde bulunmak bir yana satıcı olduğumu anlar anlamaz kapıyı yüzüme kapattı. Ancak bu kapanış bile ardında bıraktığı hoş kokuyu yok edemedi. Akşama kadar gezip binbir türlü insana yalvar yakar üç beş parça bir şey satıp dönmek beni günbegün harap ediyor. Eskiden bir şey satamayınca kendime "elim dolu geldim eve hehe" diye şaka yapar, eğlenirdim. Şimdi boğazıma kadar dayanmış borçlar bunu yapmamı güçleştiriyor. Yaşayamıyorum, çok zor. Denemekten ve yolda kalmaktan bıktım, dayanmaktan sıkıldım. Her şey üstüme geliyor.

    İşte yine o kıpırtı başladı, kusmak üzereymişim gibi hissediyorum, aklım kafatasımın içinde intihar etmeye çalışıyor resmen. Bu sefer dakikalarca kapalı gözlerimle bitmesini beklemektense hareket etmek istedim ve gözlerimi açtım. Burası odam değil. Yemyeşil çimenler, ağaçlar, renk renk çiçekler, cıvıl cıvıl kuşlar ve tertemiz, hafif serin, ciğer açan bir hava. Güneş bile halinden memnun, daha güzel. Hayal olamayacak kadar net hissediyorum her duyumun getirisini. Her şeyi unutup beş dakika etrafa bakındıktan sonra aklıma gelen ilk şey, neredeyim ben? Sanırım sonunda delirdim ve kesinlikle bunu yapmak ile çok iyi ettim. Daha az önce odamda olduğum için bunun bir rüya olduğuna eminin ama gerçeklik algım bir anda nasıl değişebildi, zira gerçekten hiçbir farkı yok. İnanılmaz hoşuma gitti. Burayı gezmek, son karışına kadar keşfetmek istiyorum. Yeni dünyamı tanımak, buranın fatihi olmak ve burada ölmek istiyorum. Bir anlık göz kırpması ile yeniden kasvetli odama döndüm. Filtreli bir dünya gibiydi orası, çok güzel ve yaşanılası. Eski sevgilime de aynı sebepten çok güzel ve evlenilesi demiştim, hatalarımdan ders almıyorum. Saçmalamaya zaman yok. Tekrar gitmek istiyorum. Hayal gücümün kapıları bir kere açıldı, zehri içime bir kere akıttı. Kıpırtıya, acıya, mide bulantısına odaklan, yeşillik ve güzelliklere. Evet hissediyorum, yeniden, başardım! Burası istediğim yer değil, lakin evim de değil. Tanrım beynim kendi içinde yeni dünyalar yaratıyor! Artık asla sıkılmayacağım. Beynim tam bir Matrix haline geldi resmen. Ancak burası sıfırdan beynimin işlem gücü ile yaratılmış bir yer değil. Burası ailemin evi, her şeyin boka sardığı yer. Ne kadar gerçekçi olduğuna şaşırmadan edemiyorum. Mutfaktan tıkırtı geliyor, refleks olarak saate bakıyorum. Babam hep bu saatlerde öğle yemeğini hazırlardı. Evet, bu o. Sürekli çaldığı hafif ıslıktan tanıyabiliyorum. Aşağılık herif, fantezi dünyamda bile bana rahat vermiyor. Acaba bu sefer intikamımı alıp ondan kurtulabilir miyim? Temelli bir kurtuluş, buradan ve rüyalarımdan. Masanın üstünde annemin törpüsü, vücuduma girdiği yerler delirtici bir şekilde kaşınıyor. Onu aldım, bu yapılmalı. Annemin canını almanın cezasını çekmelisin. Arkasında düşüncelerim ile boğuşurken bir anda elimdeki törpüyü boynuna, trapez kasının en tepesinden içeriye doğru dikey olarak batırdım. Çırpınmaya başlamasını beklemeden dibine kadar ittirdim. Oluk oluk kan bulduğu bu özgürlük fırsatını kaçırmadı, dökülmeye başladı. Arkasını döndü, korkmuş gözler ile yüzüme baktı, bir kaç kelime geveledi ancak kulaklarım çınlıyor, bir şey duyamıyordum. Dizlerinin üstüne düştü, gözleri yavaş yavaş ışığını kaybetti ve gül şeklini almış kendi kanının üzerine yığıldı. İyi hissetmedim, bir şeyi çözmedi. Boşuna heyecanlandım, kalbim boşuna bedenimden çıkıp koşmak istedi. İstediğim keyifi bulamadım, hiç bulamadım. Kanlar içerisindeki bu beden benim için herhangi bir bedendi.

    Bir göz kırpışı ile odama geri döndüm, ağlıyordum. Çok hatıra canlandı gözümün önünde. Beynimde yaşadıklarım ne kadar kusursuz derecede gerçekçi olsa da bana iyi hissettirmedi. Ellerimdeki kan temizlenmedi, yüreğimdeki karanlık aydınlanmadı. Ellerime baktım ve kan gerçekten de kırmızı olduklarını fark ettim. Hala beynimin içinde miyim yoksa? Belki de olan her şey gerçekti ve şu anda beynimin içindeyimdir. Gerçeklik bu kadar ayrıştırılması zor hale nasıl gelebildi? Belki de hep öyleydi. Neo olabilirim. Saçmalamayı bırakmam lazım, kafam çok karışık. Ellerimi yıkarken düşünmeye devam ettim. Gerçek dünya hangisi? Ayırt edecek bir özellik olmalı. Belki de gerçek dünya yoktur. Her şey bir avuç yalandan başka bir şey değildir. Kapı çalıyor, düşünmeye ara vermem lazım.

    Kocaman bıyıklı, kel ve ölmesine çeyrek kalmış bir adam karşımda. Sanırım bana mavi hap veya kırmızı hap ikram edicek. Gönderme yapmaya son vermem lazım. Ne istediğini sorar gibi bir baş hareketi yaparak iyi ettim sanırım ancak ağzını bıçak açmadı. Bir konuda benzerlik gösterdik. Elime bir mektup tutuşturdu, açmamı istedi sanırım. Mektuba baktım ve açtım. Adama döndüğümde ortada yoktu. Of çok klişe. Kulak kabarttım, merdiven inen ayakların saklanmaya çalışılan sesi kulağıma geldi. Komik. Merakla açıp mektuba baktım, içinde sadece "zamanla oynama" yazıyordu. Ne demek bu? Saatim doğru. Bir anda kafama dank etti. Babam zaten ölmüşken onu kafamın içinde yeniden öldürdüm. Teknik olarak eski bir tarihi kafamda canlandırdım. Kafamın içinde olanlar başkalarını neden ilgilendirsin ki. Düşünmek istemiyorum uyuyacağım.

    İnanılmaz bir baş ağrısı ve deli gibi atan bir kalp. Bir de mide bulantısı. Böyle uyanmak için ne yapmış olabilirim. Evde olmayışım ile kesin bir yakınlık kurdum bile. Yine kafamın içinde bir yerlerdeyim. Yattığım yerden doğruldum, etrafıma baktım. Küçücük, yıkık dökük bir oda. Tek yatak ve bir televizyon. Geri kalanı boş. Tımarhane gibi. Camdan bakmak için doğruldum. Tanrım! Çöle bir kasaba kurulmuş resmen. Yıkık dökük uzun binalar. Sanki kıyamet sonrası bir senaryoya geldim, umarım zombiler yoktur. Bina dışarıdaki binalar gibi sallanıyor, çökücek gibi lakin panik ve benzeri duygular hissetmiyorum. Bir şeyler öğrenmek istiyorum, televizyonu açacağım. Televizyonda bir internet adresi var ve yastık yazıyor. Ortalıkta bir telefon olmadığına göre yastığın içindedir diye düşünüp yere silkeledim. Evet burada. Sayfalarca tek tük okuma yaptım. Daha da gidiyordu ancak durdum, öğrendiklerim bana yetti ve tüylerim diken diken oldu. Beynim tarafından yaratılmış olan bir dünyada ne kadar fazla ayrıntı vardı. Bir dünya savaşı ile her şey mahvolmuş, gerçekten bir kıyamet sonrası senaryosuymuş. Dünya boku yemiş. Hayvan soyları bir kaçı dışında tamamen yok olmuş. Toprak mahsül vermeyecek kadar kirlenmiş. Hava ise dünyanın çoğu yerinde tamamen zehirliymiş. Ocakta olduğumuzu öğrendiğimde bir ürperti hissettim zira kan ter içinde kalmıştım. Odada veya binada bir ısıtma sistemi olduğundan şüpheliyim. İnsanın bunu bir gün yapacağına eminim. Belki de yapmıştır. Gerçek dünyanın burası olmadığının garantisini veren kim var? Ya bu oda benimse? Olamaz hayır, burada yaşayacağıma hayal dünyamda, kendi kurduğum evrenlerde yaşamayı yeğlerim! Gerçeği istemiyorum. Çıkmam gerekiyor buradan, çık! Çık!

    Ah tekrardan evimdeyim. Az önceki yere göre bir cennet. Ancak yatakta olmam gerekirken ben ayaktayım ve mutfaktayım. Gerçeklik algım yok olmak üzere. Hangisi gerçek? Yoksa sadece gerçek olmayan ben miyim? Ama buradayım işte! Düşünebiliyorum, hissedebiliyorum! Ya bunların tümü birer kod parçasıysa. Siyah ekranda yüzen yeşil kodlarsam. Beynim parçalanmak üzere, geçmişi ve geleceği bile birbirine karıştırıyorum. Anılarım birbiri ardına giriyor gibi. Biraz durup sakinleşmem ve sevgilimi görmem gerekiyor. Umarım onda biraz huzur bulabilirim. Telefonumda numarasının olmaması ne gibi bir oyun peki? Ben yokken birisi telefonumu karıştırmış olamaz. Çünkü b-ben burada yatıyordum. Yatıyor muydum? O tozlu havanın kokusu hala burnumda, hala orada olabilir miyim? Rüya içinde rüya görüyor olabilir miyim? Inception! Bir bu kalmıştı başıma gelmedik. Hala kafamın içinde olmalıyım, yoksa neden numarası telefonumda olmasın ki? Uyan, Uyan ve evine dön!

    Bu sefer ağrı hissetmedim, vücudum bu değişime ayak uyduruyor. Yine evde değilim. Bir binanın içindeki büyük bir koridordayım. Olamaz, bu bir nazi bayrağı! Seni faşist beyin! Böyle bir dünya yaratan sahici bir tanrı varken sen hiç utanmıyor musun bunu yapmaya! Ah ne kadar beynime kızsam da aklımda bir şey var, bi merak! Merakım beynimi ele geçiriyor, görmem gerek. Bir göz kırpması ile bir odanın içindeyim. Sanırım alışıyorum, kontrolü ele alıyorum. Büyük bir kutunun arkasındayım. Odanın tamamı görünmüyor ancak bir konuşma sesi geliyor. Kafamı hafifçe kutunun yanından çıkarıp odayı süzdüm. Beni ilgilendiren tek şey arkası bana dönük bir şekilde ordaydı, yüzünü görmemekle birlikte emindim. O olmasa bile bir önemi yoktu. Ayağa kalkıp sola doğru döndü. İşte gözümün önündeydi... Hitler! Sola doğru ilerlemeye devam etti, eğildi ve önündeki çekmeceden bazı kağıtlar çıkarıp göz gezdirmeye başladı. Onu hak ettiği yere kendi rızası dışında göndermek için büyük bir istek duyuyordum. Yavaşça kalkıp masasına doğru ilerledim. İşte bana lazım olan şey orada duruyordu, bir mektup açacağı. Bir anlığına onu annemin törpüsüne benzettim, ayakta duran şahıs bana babamı hatırlattı. Dünya bozuluyor olmalıydı ya da ben. Törpüyü elime aldım, sıcacıktı. Hızla ona doğru ilerlemeye başladım. İşkillenmiş olsa gerek ki hızlı bir dönüş ile göz göze geldik. Elimdeki törpü ile sert bir hamle yaptım babama doğru. Törpü dik olarak çenesi ile boğazının arasına girmişti. Tam olarak düz giriş yapmadığı için törpünün ucu gözünün kenarından çıkmış ve şaşkındı, yolunu kaybetmişti. Babam tepinmeye çalışıyor ama başaramıyordu. Boğazda toplanan kan onu yavaşça boğuyor bunu gelen ses ile belli ediyordu. Bir gözü kaymış olsa bile diğeri kesintisiz bana, gözüme, ruhumun en diplerine bakıyordu. Çok rahatsız oldum ve törpüyü çekip çıkardım. Çıkması ile birlikte yolu açılan bir trafikteki arabalar gibi kan hücum etmeye başladı fayanslara. Onu desteksiz bıraktığım için ayakta durmayı başaramadı, çok aciz gözüküyordu. Yere düştüğünde artık durgundu vücudu. Yeniden Hitler olmuştu bu beden. İyi hissetmiyordum hala. Gitmem gerek.

    Eve geldim sanırım ya da bir benzerine, sadece umursamıyorum. Kapım açıktı ve karşımda bir adam vardı. Beni yakamdan tuttu ve deli gibi bağırmaya başladı. Ağzından çıkan sözcükleri hiç ama hiç duymuyordum. O hissiz bakan suratıma var gücü ile patlatana kadar söylediklerini gram umursamamıştım. Zamanla oynadığımı için birilerinin dikkatini çekmişim. Ne zamanı? Kafamda olan şeylerle neden ilgileniyorlar? Ah demek olay bundan ibaretti. Olan hiçbir şey hayal ürünüm değildi. Onlar birer paralel evrenlerdi, yani artık öyleler. Zaman çizgisi ile oynayarak bir çok paralel evren yarattım. Ben gerçekten onları öldürdüm. İşte bu iyi hissettirdi. Karşımdaki bu adam ise yolumda, ne haddine? Bende tanrının gücü var! Sinirimden deliye dönmek üzereyim. Elim şans eseri cebime değdi, bir ıslaklık var. Paralel evren! Hitler'in kanı ile sulanmış mektup açacağı hala bendeydi. O artık kutsal bir silah sayılırdı ve büyük bir susuzluk ile yanıyordu. Beklemekten sıkılıp karnıma bir yumruk indirdi ve dizlerimin üzerine çöktüm. Bir kaç dakika öyle acı çekiyor gibi bekledim ve telefon ile birini aramaya çalışırken istediğim açığı bana verdi. Sıkı bir şekilde tuttuğum kutsal silahım alev alev kan için yanarken susuzluğunu bu adi varlığın kanıyla ıslatmak için atağa geçtim. Elinden tutup kendime çektim ve silahımı hızlıca karnından içeri sokup çıkardım. Acı ve şaşkınlıkla yüzüme bön bön baktı ve üzerime saldırıp beni yere yığdı. Suratıma bir yumruk vurup cebinden bir şey almaya davrandığında bitirici hamleyi adem elmasına doğru yaptım. Bu sefer mükemmel düzlükte, ipliği iğne deliğine tek sefer sokmuş gibi silahımı adi varlığın gırtlağına soktum. Yüz yüzeydik. Burnundan selin habercisi olan bir iki damla kan aktı suratıma ve ağzı açıldı. Kan suratıma hücum etti. Sıcak kan suratıma yavaşça dökülmeye başladı. Yavaşlık sinirimi bozdu ve mektup açacağını hızlıca çekip barajın önünü açtım. Bütün kan üzerime boca oldu, kırmızılara büründüm. Bedeni üzerimden attım ve ayaklandım. Bir rahatlık ki beni sardı baştan aşağıya. Kutsal silahımı ait olduğu yere, cebime koydum ve merakıma yenik düştüm. Bu bahtsız adamın aldığı yara ile canı pahasına davrandığı cebinde ne olabilirdi. Ne klasiktir ki bir mektup. Cebimdeki mektup açacağı ile açsam sanırım kandan bir bok göremem, ironik. Bu mektup benim için yazılmış. Geçmişi ve geleceği bildiklerini ve kaçacak bir yerimin olmadığından bahsetmişler. Hah! Avucunuzu yalayın. Sanırım şimdi nereye gideceğimi çok iyi biliyorum. Daha doğrusu kime.

    Tanrı sayılırım ve ne istersem yapabilirim. Artık gücümün kontrolü son zerresine kadar bende, buna eminim. Ancak bu gücün beni ele geçirdiğini hissediyorum, mükemmel bir his. Adımım ile gitmek istediğim yerdeyim, yanlış olmadığına ise kesinlikle eminim. Bunlar köleler olmalı, hiç yabancı gelmiyor, sadece daha otantik. Gece olana kadar beklemeyi düşündüm ama neden bekleyeyim ki, geceye sıçrayış yaptım. Biraz zaman harcayarak korumaları birer birer hallettim. Çadırdan içeriye girdim. İşte karşımda, Kleopatra. O olduğuna eminim çünkü onun yanında olmak istedim ve burdayım. Benim isteğime karşı gelinemez, ben tanrıyım. Uyuyor, güzelliği dillere destan sanmıştım. Sadece. Tanıdık. Ağzını, ellerini ve ayaklarını sıkı sıkı bağladım. Uçkur düşkünü olmamakla beraber binlerce fantezi canlandı kafamın içinde. Onu uyandırdım. Ağlarken saatlerce ona sahip olmak beni daha da güçlü hissettirdi. Tarihteki en büyük kadınlardan birisi elimin altındaydı. Uzun bir süre devam ettikten sonra şafağın ilk ışıklarıyla birlikte sıkıldığımı hissettim. Onu, bu güzelliği daha da kinlendikten sonra, bir kaç on sene sonra ziyaret etmeyi istedim. Mükemmel bir atlayış ve neredeyse nefesim ile onu uyaracak kadar yakınındayım. Bacağımda bir yanma hissettim tekrardan. Mektup açacağı deli gibi yanıyordu cebimde. Susamış diye düşündüm. Ancak fark ettim ki susayan o değildi, bendim. Yüzüme hakim olamadığım bir gülümseme yerleşti. Bu farkındalık ile kutsal silahımın alevi bütün bedenime yayıldı. Yanmaya başladım, çok susadım. Açacak ile Kleopatra'nın ensesine direkt, sert bir giriş yaptım. Öyle ki açacağın ucu çenesinin altında baş göstermiştir diye düşünüyorum. Çırpınmaya girişecekken kollarımla onu sardım ve bir elimle ağzını kapattım. Silahımı hafif geri çektim ve kana gitmesi için müsade ettim. Kısık, zorla engellenmiş boğulma sesleri ve elime, koluma ve tabiki yere hücum eden kaynar kan artık çokta yabancı değildi. Klasik müzik dinler gibi kısıla kısıla yok olan küçük inlemeleri dinledim ve anın huzurlu gözlerimi kapatarak içime çektim. Her zamankinden daha özgür ve güçlü hissediyorum. Bastırılmış duygular beynime hücum etmeye başladı. Kolarımdaki bedeni yavaşça yere bıraktım. Bir anlığına yatan bedeni Sevda'ya benzettim. Gözlerim doldu ve onu engelleyecek bir şey yoktu. Ağlamaya başladım. Bazı şeyleri yerine oturtmaya başladım. Gitmem gerek ama eve gidemezdim, nereye gitmeli?

    Kirlenmiş vücuduma tertemiz bir su birikintisinde göz attım. Kirliliğim temizlenebilir vaziyette değildi, gözlerimden gözüken kir kalbime işlemiş olmalı. Neydi bu olanlar? Bunların hala beynimde olan şeyler olması yine de beni haklı çıkarmaz. Haksız olmak için her şeyi yaptım. Güç beni gerçekten bu hale mi getirdi yoksa ben bu hale gelmek için bekliyor muydum? Ya da ben zaten bu halde miydim? İntikam mı alıyorum? Ya öncesinde yaptıklarım? Sevda'yı öldürürken de güç sahibi miydim? Güçsüz olduğum için, üzerinde güç gösterisi yapabileceğim için yapmadım mı ona bunu? Hüküm giydikten sonra iş bulduğum için şanslı olduğumu düşünmek yerine, yaptığımdan pişman olup iyi biri olmak yerine hiçbir şey olmamış gibi davrandım. Onun hala yaşadığına kendimi o kadar ikna ettim ki bir anda numarasını göremeyince sanırım kontrolü temelli kaybettim. Kontrolü kaybetmedim... Özüme döndüm.

    Etrafımda bir anda onlarca insan belirmeye başladı. Bağırarak bir şeyler anlatma, benden hesap sormaya başladılar. Uzay zaman dengesine hasar vermişim, klişeler gerçekmiş. Umrumda değil. Kaçmak istiyorum, her şeyden, herkesten. Birbiri ardına atlamaya başladık. Tarihte bir ileri bir geri her yerde karşıma çıkıyorlar, rastgele gittiğim yerlerde bile. Üzerimde sanki uzay zamanzingo gpsi gibi bir şey var. Vücudum sıçrayışlar yüzünden ilk defa yorulmaya başladı, ardı ardına bu kadarını hiç yapmamıştım. Kaçacak bir yer kalmamaya başladı, umudum da enerjim gibi bitip tükendi. Yakalanıp yeniden hapsedilmektense sanırım yok olmayı tercih ederim. İşaret dili ile " zamanın sonuna kadar beni takip mi ediceksiniz" dedim. Lider görünüşlü adam başını salladı. "O zaman ben de başına giderim" dedim ve ip ucunu değişen yüzlerde yakaladım. Tek bir atlayış hakkım kaldığına eminim. Ölmek üzere gibi hissediyorum. Kendimi soktuğum bu durumdan çıkabileceğimi düşünmüyorum. Seçeneğim yok, sanırım bunu deneyeceğim. Başlangıç! Başla...

    Müthiş bir his, sanki dünyanın doğuşuna uyandım. Bütün evren de benimle uyanmış gibi bir his. Ancak her güzel his gibi bu da yok olup gitti.


Yorumlar

  1. Harikaydı... Bana izlediğim bir diziyi anımsattı adı "The Leftovers" uzun süre etkisinden çıkamamıştım. Okurken, o dizinin müziklerinden oluşan çalma listesini dinleyerek devam ettim. Paylaşımın için teşekkür ederim...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Son Yazım

Canımı Acıtan

      Bu canımı acıtan, ruhumu inciten ve gözlerimdeki ışığı kaybetmeme sebep olan olayı anlatırken canımın aslında hep acıdığını ancak büyük bir karmaşa içinde olan duygularım ve bunun devamından gelen düşüncelerimin bunu gizlediğini anlar gibi olduğum zamanlarda bile gerçekten anlamadığımı fark ettim. Bu olaydan sadece bir kişiye bahsetmiştim. Bu olay benim hayatımdı. O adam ne sevdiğimdi ne dostum ne de tanıdığımdı. Acıdan içi doldurulmuş ölü bir hayvan gibi olan ruhum hareketsiz ve bir heykel gibi durmaktan başka bir şey yapamıyordu. Bu kişi büyük bir müzisyen değildi aksine müziği baş ağrıtan ve ruha gram dokunamayan türdendi. Gerçi ben ne anlarım ki. Sesi kulaklarımı acıtan gitarı ile çıkardığı ses sanki içinde bulunduğumuz geminin çığlıkları gibiydi, batıyor olduğumuzu düşünen gemi bir oraya bir buraya sallanıyor durumdan kurtulmaya çalışıyordu. Batmayan bir gemiye battığını düşündüren müzisyen yuhalanmalar içinde kafası eğik sahneden inerken şapkasının altından minik bir tebess