Ana içeriğe atla

Ölüm Korkusu

    O yatakta yatarken mükemmel bir gün geçip gidiyordu. Kaçırdığını bilerek bir süre masmavi göğü izleye durdu. Bu ücra kasabada birbirinin aynı geçen günlerden çok sıkılmıştı. Nadiren dairesinden çıkıyor oluşu bu sıkıntısını katlıyordu. Yatağında oturup düşünmekten bıkmadığı tek şey ölümdü. Ölümü düşünmek onu sıkıntıdan ölmekten kurtarıp uykusuzluktan öldürüyordu. Onun için ölüm karşılaşınca aklının bir köşesini kurcalayan bir şey değildi. Ara sıra yerine sürekli oradaydı, bir rastlantıya ihtiyacı yoktu. Onun aklı fikri ölümdeydi. Her canlı gibi ölecekti ve bundan son derece korkuyordu. Tehlikeli olan her şeye sırt çevirmişti lakin onun gözünde yaşamak bile sonu ölüm olacağı için tehlikeliydi. Yaşamı yaşamak değildi. O sanki bekliyordu. Bekleyerek ölümü atlattığını düşünmüyordu sadece elinden gelebilen en iyi savunma buydu. Günlerce evinden hatta yatağından çıkmadığı zamanlar oluyordu. Çıkmasına gerek bile yoktu. Çalışmasına gerek duymayacak kadar aile mirası vardı ve işleterek karnını doyurabiliyordu. Fazlasına göz koyabilecek dikkate bile sahip değildi, dikkati hep ölümdeydi. Onu soran kimsesi yoktu, en azından artık yoktu. Taşındığı bu ücra kasabada kimse ile beş kelimeden fazla etmezdi. Dışarıda geçirdi zamanı olabildiğince aza indirger neredeyse yıllık alışveriş yapardı. Hiç arkadaşı yoktu, yalnızlık onu neredeyse ölüm korkusu kadar deli etmek üzereydi. Bu adam nasıl bu hale gelmişti?

    Ailesi tarafından el bebek gül bebek yetiştirilmiş, sadece dünyanın güzellikleri öğretilmiş bir soylu ailenin çocuğuydu. Mutluluk dışında bir şey görmemiş, tehlike nedir bilmemiş hatta canı bile bir oflamaktan fazla yanmamıştı. Kısaca cennet gibi bir hayatı vardı. Ve her güzel şeyin bir sonu vardır. Dostumuz büyümeye başlarken ailesinin durumu da bir hayli kötüleşmeye başlar. Yavaş yavaş hizmetçiler gider ve aile kendi kendisine hizmet etmeyi öğrenmek zorunda kalır. Ancak küçük dostumuzun eli sıcak sudan soğuk suya sokulmaz. Durumlardan haberi bile olmaz. Buraya kadar dostumuz için hiçbir problem yok. Bir gün yaşı artık belli bir büyüklüğe ermiş dostumuzun arkadaşı onu oranın nadide güzelliklerinden birini görmeye yalvar yakar ikna eder. Dostumuz kolay kolay ikna olmaz çünkü gidilecek yer bir şelaledir ve o yapısı gereği bir hayli pısırıktır ancak sebebi hikayemizin bu sıralarında ölüm değildir. Şelaleye doğru giderlerken bir oraya ilk gidişi olduğu halde ondan daha heyecanlı olan dostu dikkatini çeker. Bunu doğa sevdası olarak düşünür ve kafasındaki düşünceleri sinek kovar gibi dağıttı. Şelaleye neredeyse gelmiş olacaklar ki suyun o muazzam sesi kulaklarına çarpmaya başladı. Ancak içerisinde ayırt edilen minik sesler geliyordu. Bu vesile ile daha da yaklaştılar ve ses belirginleşti. Bu bir kadın sesiydi ve kapatılmaya çalışılan ağzından bölük pöçük küfürler çıkıyordu. Meraklanan ama aynı zamanda zarar görebileceğini düşünen dostumuz uzaklaşmayı düşündü. Fikrini dile getirecekken bir anda arkadaşının yanında olmadığını fark etti. Şaşkınlık içinde elindeki sopa ile bağırarak koşan arkadaşını izledi. Olayı net görebileceği bir yere kadar ilerledi ama dahil olmadı. Arkadaşı elinde sopa ile üç erkeğin ve bir kadının yanında erkek topluluğuna laf anlatmaya çalışmasını izledi. Utana sıkıla gözü kadına kaydı. Elbisesi üzerinde değildi, duyulan seslerden yırtık pırtık olmasını beklerken gayet düzgün hatta katlı bir şekilde yerdeydi. Kafası karışmış bir şekilde düşünürken üçlü takımın pekte cesur olmadığı ortaya çıktı, arkalarına bakmadan hızlı adımlarla uzaklaştılar. Takıldığı dallar sebebi ile girdiği çalıdan bir kaç dakika çırpındı. Bu sırada arkadaşı ve kadının biraz sesli şekilde tartıştıklarını fark etti. Hızlıca çalıdan kurtuldu ve olaya dahil olmaya yeltendi. Görüş alanına girenler karşısında şok oldu. Arkadaşı kızı sarmaya çalışıyordu ve kadın artık bağırarak küfürler ederken itekliyordu. Arkadaşının hırs ve başka şeylerden kendinden geçtiğini gözlerinden ve pantolonunu indirmeye başlamasından anlayabiliyor ve o derece dehşete düşüp titremeye başlıyordu. En sonunda kadının bağırışlarından bıkan çocuk kadının karnına sağlam bir yumruk indirdi. Bunu gören dostumuz kadının yerine dizlerinin üstüne yıkıldı, ter içindeydi. Sesle irkilen arkadaşının ifadesi iğrenç ötesiydi, kendini kaybetmişti. Gülerek ona katılmasını teklif etti. Bu boşluktan istifade eden kadın son gücüyle çocuğu itti. Ağzı açık bir şekilde arkadaşının inik pantolonuna takılmasını ve ardından şelaleden aşağıya düşüşünü izledi. Yardım için bakan gözlerini gördü geri geri sendelerken ve düşerken yavaşça şelalenin huzur veren sesine karışan çığlığını duydu. Yüzü bembeyazdı, kalbi bir yarış atınki gibi atıyordu. Düşündüğü tek şey arkadaşının artık olmadığıydı, ölmüştü. Dönüp kadının suratına baktı, aynıydı bembeyaz. İşte o zaman bir korku baş gösterdi gönlünde, bir tümör gibi büyüyecek, kesseler bile baştan doğacak olan o korku. Ölüm korkusu. Ondan sonraki günler bir bu kadar zordu. Arkadaşı böyle bir şeyi nasıl yapmıştı? Neden yapmıştı? O arkadaşı olamazdı, çünkü arkadaşı bunu asla yapmazdı. Ama gözleri ona yalan söylememiş, beyni ona oyun oynamış değildi. Ortada bariz bir gerçek vardı, arkadaşı bunu kesin surette yapmış ve ölmüştü. Bir an tanıyamadığı o ölmüş insandan çok korktu. Acaba herkesin içinde böyle saklı bir kişilik var mıydı? Ya da insanların sakladıkları aslında gerçek yüzleri miydi? Daha sonradan öğrendiğine göre kadın hizmetinden sonra parasını temin edememiş bir hayat kadınıymış. Bu dostumuza ikinci bir şok geçirtti. Arkadaşı acaba bunu biliyor muydu? O kadının orada olacağından haberi var mıydı? Bunu öğrenip sadece yalnız kalmak istemediği için mi onu da yanında götürmüştü? Onu da katılması için davet etmişti, kötülüğü ile ölen kişi bu şekilde onun da canına kastetmiş sayılmaz mıydı? Arkadaşı yerine ölen ya o olsaydı? Belki de o üç erkek onun arkadaşlarıydı ve en başından beri amacı onu öldürmekti. Bu konular kafasını çok meşgul ediyordu. Zamanla hayattan elini eteğini çekmeye başladı. Bu süre zarfında ailesinin sırlarını öğrendi, yavaş yavaş parasız kalmaya başlamak yetmezmiş gibi aile üyeleri bir hastalığın pençesindeydi. Yeterince fakirleşmeden bu durumdan kurtuldular lakin ölümün avucundan ailesi kurtulamadı. Ancak bu ölümler onun için ilk ölüm kadar canlı değildi. Şimdiki ölümler bir tiyatro gösterisi gibiydi, bir daha görünmemek üzere bir kaç figüran perde arkasına gitmişti.

    Ardı arkası kesilmeyen bu ölüm zincirinde onu bu duruma sokan ölümü asla unutmadı diyemeyeceğim. İlk ölümü ve ondan sonrakileri çoktan hafızasının derinliklerine gömdü. Ama ölümün korkusu hep su yüzeyinde kaldı. İnsanlara, aletlere, doğaya, havaya hatta tarıya bile güvenmedi çünkü canını alması için ölümü yaratan oydu. Yıllarca başına gelebilecek çok şeyden korktu ve kaçtı, hiçbiri hatta düşünemedikleri bile başına gelmedi. Tanrı biliyor ya bir çok zaman ölebilirdi ama ölmedi. Ölümün nefesi hiç ensesinde olmadı ancak onu hep hissetti. Bunu ona yapan tek şey korkuydu. Bu dünyada yaşayabileceğimiz zaman dilimindeki kendi payını bu şekilde harap etmiş oldu. Kim bilir belki korkudan daha yüce bir his onu bir gün bu durumdan kurtarır.

Yorumlar

Son Yazım

Canımı Acıtan

      Bu canımı acıtan, ruhumu inciten ve gözlerimdeki ışığı kaybetmeme sebep olan olayı anlatırken canımın aslında hep acıdığını ancak büyük bir karmaşa içinde olan duygularım ve bunun devamından gelen düşüncelerimin bunu gizlediğini anlar gibi olduğum zamanlarda bile gerçekten anlamadığımı fark ettim. Bu olaydan sadece bir kişiye bahsetmiştim. Bu olay benim hayatımdı. O adam ne sevdiğimdi ne dostum ne de tanıdığımdı. Acıdan içi doldurulmuş ölü bir hayvan gibi olan ruhum hareketsiz ve bir heykel gibi durmaktan başka bir şey yapamıyordu. Bu kişi büyük bir müzisyen değildi aksine müziği baş ağrıtan ve ruha gram dokunamayan türdendi. Gerçi ben ne anlarım ki. Sesi kulaklarımı acıtan gitarı ile çıkardığı ses sanki içinde bulunduğumuz geminin çığlıkları gibiydi, batıyor olduğumuzu düşünen gemi bir oraya bir buraya sallanıyor durumdan kurtulmaya çalışıyordu. Batmayan bir gemiye battığını düşündüren müzisyen yuhalanmalar içinde kafası eğik sahneden inerken şapkasının altından minik bir tebess